Antikalar E-posta Listesi

Türk Sanat Piyasasından haberdar olmak için, en güncel müzayedeleri takip etmek için lütfen eposta listemize üye olun.

         

123 Street Avenue, City Town, 99999

(123) 555-6789

email@address.com

 

You can set your address, phone number, email and site description in the settings tab.
Link to read me page with more information.

Mektup Kâğıtlarındaki Sultan ve Şehzade İnisyalleri

Osmanlı hanedan mensuplarının imparatorluğun son dönemindeki yazışmalarında kullanmış oldukları inisyalleri Murat Bardakçı anlatıyor.

Tanzimat sonrası yıllar, Avrupa ile ilişkilerimizin daha yoğunlaştığı ve batı tarzı yaşayış biçiminin günlük hayatımızı derinden etkilemeye başladığı dönem oldu. Evlerde masa ve çatal kullanımıyla, ahşabın yerini taş binaların almasıyla, dünya modasıyla ve hattâ borçlanarak yaşamayla o senelerde tanıştık. 

Batı dünyası ile bu yakınlaşma, yazışma kültürümüzü de etkiledi. Posta teşkilâtının yaygınlaşmasıyla beraber mektuplarda açık adres ve yazışmalarda zarf kullanır olduk. Dolayısıyla mektupların şekli ve gönderiliş biçimleri de değişti. O zamana kadar âherli kâğıtlara yazıldıktan sonra katlanarak balmumuyla mühürlenen mektuplar artık zarfa konarak gönderiliyordu. 

Tanzimat sonrasında, mektupların üslûbu da değişti. Daha önceleri “Benim şevketlû efendim sağolsun...” yahut “Mübârek hâk-i pâyinize yüzüm gözüm sürerim...” şeklindeki ifadelerden sonra gelen ve bazen sayfalarca hiç ara vermeden devam eden metinlerin yerini kime yazıldığı genellikle anlaşılan, hitap cümlesinden sonra yeni satıra geçilen, daha da önemlisi satırbaşı kavramıyla noktalama işaretlerinin kullanılır olduğu ve dolayısıyla daha rahat okunabilen bir yazışma üslûbu aldı. Resmi belgelerde antet kullanımı da yine bu dönemde başladı. 

İsimlerin ilk harflerinden meydana gelen inisyaller Tanzimat’tan itibaren sahipleri tarafından bardak, masa örtüsü, mücevher kutusu ve makyaj malzemesi gibi özel eşyalarda kullanılır olmuştu. Yazışmalara antet kavramının girmesi üzerine, inisyaller hanedan mensuplarının öncülüğüyle mektup kâğıtlarına antet şeklinde nakledildiler. 

Osmanlı sarayı, inisyal kavramını aslında Avrupa’dan değil, Mısır’dan, orada hüküm süren Kavalalı Hanedanı’ndan aldı. Zira, Osmanlı sarayı ve İstanbul’un varlıklı kibar çevreleri Batı’nın günlük hayat tarzı ile doğrudan doğruya değil, Mısır Hanedanı üzerinden tanışmışlardı. 

19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun önde gelen tarihçisi Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895), “Tezâkîr”inde, Mısır Hanedanı’nın İstanbul’un günlük hayatında yaptığı değişikliği örnekleriyle anlatır: 

“...İstanbul’da hayat, 1800’lerin ilk çeyreğine kadar gayet rabıtalıydı. İnsanlar hesabını kitabını bilir, ayağını yorganına göre uzatırdı. Şehzadeler kafes arkasında yaşar; saray kadınları dışarıyla pek değil, hiç temas etmezlerdi ve sarayda aşırı masraf olmazdı. 

Ne zaman ki Mısır’ın zenginleri İstanbul’a gidip gelmeyi adet edindiler, şehir o zaman yoldan çıktı. İstanbul’a önce Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu Birinci Abbas Hilmi Paşa Mısır valisi iken halası, yani Mehmed Ali Paşa’nın kızı Zeyneb Hanım geldi. Onu Mısır’ın öteki prensesleri, beyleri, paşaları ve vekil-vükelâsıyla bunların kadınları takip etti ve bol para harcadılar. Yalılar, konaklar satın alıyor; pahalı eşyalarla tefriş ediyorlardı.

Normal
0




false
false
false

EN-US
JA
X-NONE

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
<w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="276">
<w:LsdE…

Sultan Vahideddin’in bir şehzadelik fotoğrafı, antetli kâğıdı ve inisyalinin yakın plan görünüşü. Kûfi harflerle “Mehmed Vahideddin” isminin üzerindeki sarık, kabartma tekniğiyle basılmış.

O zamana kadar konağından dışarısını pek bilmeyen İstanbullular sefahatte Mısırlılarla aşık atmaya başladılar ve başlayınca da iş çığırından çıktı.

Vekil-vükelâ hanımları masrafın ne demek olduğunu o zaman öğrendiler. Sultanlar ve saraylılar protokolde kendilerinden gerideki vükelâ hanımlarından her sâhada, para harcamada bile ileri olmalıydılar. İsraf yarışına girildi ve maliyenin altı üstüne geldi. Masrafın, lüzumsuz harcamanın artık haddi hesabı yoktu. Tahsisatı harcamalarına yetmeyen sultanlar, bu defa borç etmeyi adet edindiler...” (“Tezâkîr”, Prof. Dr. Cavid Baysun yayını, TTK, Ankara 1953, I/20 ve “Ma’rûzât”, Dr. Yusuf Halaçoğlu yayını, İstanbul 1980, s. 7). 

Tanzimat sonrasında kullanılmaya başlanan antetler, erkeklere yahut kadınlara ait olsunlar, genellikle dönemlerinin estetik modası olan Art Nouveau çizgisini tam olarak aksettirirler. Art Nouveau antetlerde harfler ve süslemeler üslûbun gereği olarak girift ama kadınsı ve yumuşak hatlarla ifade bulurken, süslemelerde flora (çiçek) desenleri kullanılmıştır. Bazı şehzadelerin antetlerinde ise, 19. yüzyıl sonrasında tekrar moda olan ve özellikle kitap ve dergi başlıklarıyla binalarda yeniden kullanılmaya başlanan Kûfî yazıya rağbet edilmiştir.

Şehzade ve sultan antetlerinde, Osmanlı yazışmalarında ve sanatında o döneme kadar varolmamış bir kavram olan “taç” sembolü de yer alır. Taçların üzerinde küçük birer hilâl, yahut ay-yıldız yer alırken, bazı antetlerde de taç yerine özellikle 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde kullanılmış olan kavuk motifleri vardır ve kavuklu antetlerde ay-yıldız sembolünün yerinde bir sorguç bulunmaktadır. 

Bu sayfalarda, özel arşivimdeki hanedan yazışmalarından seçtiğim ve hanedan mensuplarının imparatorluğun son döneminde kullanmış oldukları antetlerden bazı örnekler yer alıyor.

Şehzade ve sultan antetlerinde, Osmanlı yazışmalarında ve sanatında o döneme kadar varolmamış bir kavram olan “taç” sembolü de yer alır. Taçların üzerinde küçük birer hilâl, yahut ay-yıldız yer alırken, bazı antetlerde de taç yerine özellikle 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde kullanılmış olan kavuk motifleri vardır ve kavuklu antetlerde ay-yıldız sembolünün yerinde bir sorguç bulunmaktadır. 

Bu sayfalarda, özel arşivimdeki hanedan yazışmalarından seçtiğim ve hanedan mensuplarının imparatorluğun son döneminde kullanmış oldukları antetlerden bazı örnekler yer alıyor.

Son Halife Abdülmecid Efendi’nin Bizzat Çizdiği Hilâfet Arması 

 

Osmanlı Devleti, İngilizler’in “coat of arms”, Fransızlar’ın da “blason” dedikleri “arma” kavramıyla 19. yüzyılda, Tanzimat sonrasında tanıştı. Bugün “Osmanlı Arması” adı verilen ama belirlenmiş kesin bir şekli olmayan ve hemen her örneği mutlaka bir değişiklik arz eden devlet arması, batılılaşma çabalarının yoğunlaştığı ve sosyal hayatın bazı unsurlarının Avrupalı hâl almasına heves edildiği bu döneme aittir. 

Osmanlı Devleti’nde, tuğrada olduğu gibi devlet armasında da dini motif ve ifadeler yoktu. Tuğra padişahın adının mâlûm şekilde yazılmasından ibaretti; arma ise saltanatın sembolüydü ve bünyesinde hilâfet kavramını barındırmıyordu. 

Hilâfet arması Sultan Abdülâziz’in oğlu ve Türk resminin çok önemli bir ismi olan Son Halife Abdülmecid Efendi (1868-1977) tarafından çizildi; ancak zamanlamada bir tuhaflık vardı, zira Abdülmecid Efendi armayı hilâfet makamında oturduğu sırada değil, 1924 Mart’ında hanedanın diğer mensuplarıyla beraber Türkiye’den çıkartılmasından sekiz sene sonra, 1932’de, sürgünde bulunduğu Güney Fransa’nın Nice şehrinde hazırlayacaktı. Bu arma, dolayısıyla revaç bulmadı ve Halife Abdülmecid Efendi’nin özel yazışmalarıyla sınırlı kaldı. 

Abdülmecid Efendi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3 Mart 1924’te hilâfeti kaldırıp hanedanı sürgüne göndermesi üzerine ailesiyle beraber önce İsviçre’ye gitmiş, oradan da Fransa’nın Nice kentine yerleşmişti. 

Halife’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi, son padişah Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan ile evliydi ve çiftin üç kızları oldu: Neslişah, Hanzade ve Neclâ Sultanlar. Ömer Faruk Efendi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ailesiyle beraber Mısır’a nakletti, Nice’de hanımlarıyla ve bendegânıyla yalnız kalan Abdülmecid Efendi de, Paris’e taşındı. 

Anne ve babalarıyla beraber Mısır’a giden genç sultanlar, burada Mısır Hanedanı’na mensup prenslerle evlendiler. Neslişah Sultan, hayatını Mısır’ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın oğlu Prens Abdülmünim ile; Hanzade ve Neclâ Sultanlar da Prens Mehmed Ali ve Prens Amr ile birleştirdi. 

Halife Abdülmecid Efendi, evlilik hazırlıkları yapan büyük torunu Neslişah Sultan’a hilâfet armalı kâğıda yazarak gönderdiği duygulu ifadelerle dolu bu mektubunda, torunlarına önlerinde artık yeni bir hayatın başladığını söylüyor ve onları bir daha göremeyeceğini bilmesinin hüznüyle içerisine düşeceği yalnızlığın ıstırabının artmaması için kendisine bundan böyle mektup yazmamalarını istiyor. “Yorgun kalbinin heyecana müsaid olmadığını” yazıyor ve mektubunu dualarla bitiriyor. 

İşte, Son Halife Abdülmecid Efendi’nin büyük torunu Neslişah Sultan’a 1938’in 17 Ekim’inde Hilâfet armalı bir kâğıda yazarak gönderdiği mektubun metni: 

“Güzel melek kızım, 
Dört teşrîn-i sâni tarihli güzel mektubunu aldım. Pek sevindik, büyük validenle beraber okuduk, aynı zamanda fazlaca müteessir olduk. Bizler burada hepinizin sıhhat ve saadetinize hayır-duâlar ediyoruz. İnşaallah-ı teâlâ pederinizin arzusu üzre sizlere hayırlı ve güzel istikbal ızhâr eyler de, bizler(in) de burada yaralı kalplerimiz şifa bulur. 

On beş seneden beri hazırlanan teşebbüsât icra edildi. Cenâb-ı rabbü’l-âlemîn sizlere daima hayırlı, saadetli günler göstersin. Bundan böyle iki ihtiyar baba ve anayı unutmak lâzımdır. Hasta ana, sizler için her gün ağlıyor. Üç kerre iyi oldu ve hastalığı yine tekrar etti. Iztırab içindedir. 

Güzel, şefkatli kalbin gibi parlak gözlerinden öperek tekrar rica ediyorum ki bizleri unutunuz. Bizler pek ihtiyarladık, yorgun kalbimiz teheyyüce müsaid değildir. Üçünüzün güzel gözlerinizden öper, sıhhat ve saadetinizin devamını rabbü’l-izzetden tazarrû’ ve niyâz eyleriz. 

17 Teşrîn-i sâni 1938
Büyükbabanız
Abdülmecid”