Antikalar E-posta Listesi

Türk Sanat Piyasasından haberdar olmak için, en güncel müzayedeleri takip etmek için lütfen eposta listemize üye olun.

         

123 Street Avenue, City Town, 99999

(123) 555-6789

email@address.com

 

You can set your address, phone number, email and site description in the settings tab.
Link to read me page with more information.

Doğu ve Batı'yı Birleştiren Renkler İsmail Acar

Bir sanatçı düşünün 1600 yıllık Ayasofya'da sergi açsın, Antalya Kaş limanında 350 metre uzunluğunda 5km alanda gezilebilen bir açık hava duvar resim uygulaması gerçekleştirsin Çin'den Amerika'ya, Japonya'dan Ukranya'ya Meksika'dan Arap yarım adasına kadar dağılmış galeri ve koleksiyonlarda resimleri olsun, gerçekleştirdiği tüm sergilerin gelirlerinin bir kısmını sosyal yardım amaçlı vakıflara bağışlasın, zamanı peşinden koşturacak kadar üretken bir yaratıcılıkla çalışsın. 

İsmail Acar ile Anadolu, Dervişler ve evrensel sanat üzerine konuştuk... 

Tablolarınızda ağırlıklı olarak Osmanlı motifleri işliyorsunuz. Bu konulara yönelişiniz nasıl oldu? 

Türk olan ve bu coğrafyada yaşayan birinin Matisse veya Picasso'dan yola çıkarak bir yere varacağına inanmıyorum. Ben Anadolu'dan Selçuklu'dan, Mevlana'dan yola çıkarak bir şeyler yaratmak gerektiğini düşünüyorum.

Ayaklarımı basıp şöyle karşıma baktığım zaman Topkapı'yı görüyorum, camileri görüyorum....Bize hep Batı'ya bakmayı öğrettiler. Batı'da bizi zaten hep gölgesinden giden olarak gördü. Haksız da değil biz kendimiz olamadıktan sonra.... Öğrenciyken İstanbul görüntüsü önünde bir Padişah portresi yapmıştım ve hocalarım beni sen padişah rejimini mi istiyorsun diye eleştirmişti. Sonra yurt dışına seyahatlerim oldu. O zaman gördüm ki İranlı İranlı gibi, İtalyan İtalyan gibi, Alman da Alman gibi resim yapıyor. Ama Türkiye'de Türk gibi resim yapan yok. 

Ben önce kendimizi tanımamız gerektiğini düşünüyorum. Osmanlı gibi zengin bir mirasa sahibiz ayrıca tasavvuf kültürümüz var. Bunları anlamalı ve anlatmalıyız. Bir yandan da popüler kültür var. O kadar baskın oldu ki popüler kültür. Herhangi bir şeyi alıyor, kullanıyor, tüketiyor ve atıyor. Buna da kapılmamak lazım. Bugün tasavvufu ortaya koyan insanlar, popüler kültürün ihtiyaçlarına göre hareket etmeye başladı bu tehlikeler.

Normal
0




false
false
false

EN-US
JA
X-NONE

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
<w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="276">
<w:LsdE…

"Nar" Ateş
Tuval üzerine yağlıboya
29 x 33.5 cm - 2002

Siz modern kültürün, alıp, kullanıp, tüketip bir kenara atan yanına tepki duyuyorsunuz. Batı kültürünün baskın olduğunu söylüyorsunuz. Farklı bir arayış içindesiniz. İstanbul'da yaşamak size nasıl bir ilham veriyor? 

İstanbul bir sanatçı için sonsuz bir kaynak. Burada öğrenci olmak sanat eğitimi almak aslında bir ayrıcalık. Oysa Mimar Sinan Üniversitesi'nin önünde bulunan camiyi Mimar Sinan'ın yaptığını bir çok öğrenci bilmez. Ne yazık ki sanat eğitimi veren kurum ve kuruluşlar kendi kültürlerini görmezlikten geliyorlar. Hep Batı normları ve kültürü üzerine yetişen bir toplum düşünün, Batı anlatılıyor...Batı'da insanlar şöyle yaşıyor, böyle yapıyor şeklinde. 

Belki de kafamız yanlış imajlar ile doluyor böylelikle...gerçekte ne olduğunu bilmediğimiz imajlar ile yetişiyoruz... 

Evet, kimse bizi anlatmıyor ki. Size bir anımı anlatayım: Bir gün dedemin kapısına bir dilenci geliyor. Dedemden buğday istiyor. Dedem veriyor. İkinci gün dedem yine gelen dilenciye istediğini veriyor. Üçüncü gün adam yine kapımıza geldiğinde paçalarına yapışıyorum, "Dede, bu adam seni kandırıyor. Her gün sen veriyorsun diye buğday istiyor". Dedem beni karşısına alıyor, "Bak oğlum" diyor "birisi kapımızı çalıp bizden bir yardım isterse biz ona yardım ederiz. Biz dedelerimizden böyle gördük".

Geleneğimizin ve bütün tecrübelerimizin kökeni 10 bin yıllık bir geçmişe dayanıyor. Hepsinin kökü Anadolu'da gizli... töreler, örfler, adetler, kanunlar, savaşlar. Batı ise teknolojik açıdan gelişmiş ama Doğu'dan yararlanması gerekiyor. Doğu kültüründe "veren el" diye bir şey vardır, Batı'daysa "alan el" var. Batı'nın önerileri var ama Doğu'nun önerisi olmadığı zaman Batı baskın oluyor. Mesela toplumların hukuku o toplumun örf ve adetlerinden doğar. Türk Hukukuna baktığımız zaman Fransız ve İsviçre örf ve adetlerini görüyoruz. Evrensellikten bahsediyoruz ancak sadece Batı'nın belirlediği kavramlardan oluşan bir evrensellik eksik bence. Doğu olmadan evrensellik olmaz. Dedemin anlattığı gibidir Doğu. Doğulu kendini sorgular, öz mutluluğunu arar. Batı'ysa daha materyalisttir. Yalnız yanlış anlaşılmasın ben Batı'ya karşı değilim, sadece Doğu'nun da var olmasını istiyorum. 
Doğu'da "veren el", daha hayırlı zengin eldir. "Alan el" yoksuldur. Ama bugün elimizde hiçbir şey kalmamış, bu kalmamışlık içinde küçücük bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Ortaya koymak istediğim kendi örf ve adetlerimizden doğan tecrübeler, Anadolu'nun 10 bin yıllık geçmişiyle örtüşen bilgi ve kültür.

Doğu'yu eserlerinize yansıtmak adına nasıl bir çalışma içerisinde bulundunuz ? 

Normal
0




false
false
false

EN-US
JA
X-NONE

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
<w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="276">
<w:LsdE…

"Karşılaşma" İstanbul
Tuval üzerine yağlıboya
149 x 170 cm - 2002

Tarihimizi inceliyorum. Müzeleri dolaşıyorum. Hep araştırıyorum...Örneğin Hititlerin evlenme kurallarını Troya'daki evlenme kuralları ile karşılaştırıyorum...Bunlar bizim zenginliğimiz....Ben bu zenginliği yansıttığıma inanıyorum çalışmalarımda. Bugün Doğu zenginliğinin farkına varıyor. Aynı zamanda Batı da kendisiyle bir hesaplaşma içinde. İki tarafın birbirine kavuşması için verimli bir ortam var. Evrenselliğe giden bir yol açılıyor önümüzde. 

Evrensel düşüncenin oluşması için görev üstlenmiş bir sanatçı diyebilir miyiz size? 

Bir derviş diyebilirsiniz. Yunus, kırk sene aynı düzgünlükte kestiği odunları dergaha taşımış. Düşünün kırk yıl boyunca aynı özenle odunları taşımış. buradaki disiplini ve tecrübeyi görmemiz gerek. Biz o disiplini Batı'dan almaya çalışıyoruz. Tabi ki Batı'da bir mükemmellik arayışı var, ama aynı zamanda bir tıkanmışlık da yaşıyorlar.

Batı kendini o kadar seviyor ki eksiğini görmek istemiyor. Doğu'lu gözle bakarsak bunun bir zayıflık olduğu açık, biz daha çok "veren el" durumundayız. Sanatçıların bunu ifade etmesi bir Doğu'lu olarak Batı'ya ayna tutması gerek. Batı ve Doğu bir diye düşünüyorum. Yeter ki birbirlerine el versinler. 

Avrupa'da koleksiyoncular var, galeriler ve ressamlardan oluşan canlı bir sanat çevresi var. Biz ne durumdayız sizce?

 Türkiye aslında şu anda dünyada çok sayılı ülkenin yaptığı bir hamle yapıyor. Bunun kıymetini bilmemiz gerekir. Yaklaşık on yıl öncesinde Türk ressamları resimlerini satarak para kazanamıyorlardı. Ancak akademisyen olarak hayatlarını devam ettirebiliyorlardı. Sanat çevreleri çok büyük bir misyon üstlendiler. Özellikle kendi adıma da çok büyük bir misyon üstlendiğimi düşünüyorum. On yıl önce yola çıktığım zaman Türkiye'de ressamlar para kazanamıyorlardı. On yıllık süreç içerisinde ressamlar kendi değerlerini defalarca katladılar. Bu toplumun da desteğiyle oldu. Benim resimlerimi alanların arasında 200 den fazla kişi ilk defa resim satın aldılar, daha sonra bu insanlar başka ressamların da resimlerini aldılar. Aralarında yeni koleksiyoncular çıktı. Bunlar hep güzel gelişmeler.

Türkiye'de bugünkü şartlarda bir sanatçının çalışmasına imkan sağlayan yaratıcı ve verimli bir ortam var mı? 

Ortamın o kadar da rahat olduğunu düşünmüyorum. Batı'yla kıyasladığım zaman özellikle benimle eş değerde bir ressamı ele alırsam kazandıklarım, kariyerim ve toplumsal saygınlığım çok düşük. Ama yine de gelişme var ben geleceğe umutla bakıyorum. 

Ne yapmak gerek? 

Adım adım gelişecek her şey. Ressamların da bu süreçte görevler üstlenmesi gerekiyor. Öncelikle çok sergi açmaları gerek. Yılda bir sergi yetmez. Tabi her ressamın üretme tekniği ve süresi farklı olabilir. Ama bir sergi yaklaşık olarak 60 resimden oluşuyor ise bu gerçekten az bir sayı bir yıl için. Sanatçılar sosyal alanlara girmeli. Projeler oluşturmalı. Kendi içlerinde birlik olmalı. Sanatçılar birbirlerine şans tanımayı öğrenmeli. Ben iyi bir çalışma gördüğüm zaman sanatçının elini sıkıp tebrik ediyorum sonra atölyeme gelip iki saat daha fazla çalışıyorum. Başarılı olan insanların ayaklarına yapışıp onları yere yıkmaya çalışmaktansa onları tebrik edecek cesareti göstermek gerektiğine inanıyorum.

Resimlerinizde değişik teknikler kullanıyorsunuz, bu çeşitliliği bilinçli olarak mı uyguluyorsunuz? 

Sivas'tan İstanbul'a geldiğimde 15 yaşındaydım. Burada kalabilmek için para kazanmam gerekiyordu. Örneğin bu süreçte yol tabelaları yaptım, tabi bunlar elle yazılmadığı için serigrafi tekniğini öğrendim. Bir çok atölyede farklı ressamlarla çalıştım. Farklı tekniklerle tanıştım. Sonra Rusya'da bir akademide çalıştım, klasik boyama tekniklerini orada öğrendim. Türkiye'de Ergin İnan, Hüsamettin Koçan, Mustafa Plevneli gibi önemli ressamla birlikte çalıştım. Semavi Eyice'den Bizansı öğrendim. Sosyoloji, tarih okudum. Bir çok projede yer aldım. Bu yoğun öğrenme sürecim boyunca çeşitliliğin çok faydasını gördüm, zaten çeşitlilik bizim özümüzde de var. Batı'lı net, somut ve özgün bir ifade istiyor. Seni bir tercih yapmaya yönlendiriyor birey olmalısın diyor. Oysa Doğu toplum, millet, cemaat diyor... keskin tanımlar kullanmıyor. Her şeyi kabul eden bir Mevlana var. Ben de bu çeşitliliği bir zenginlik olarak görüyorum. Klasik boyama da kullanıyorum, air brush ya da serigrafi tekniklerini de kullanıyorum. Bazen hatlar yazıyorum. Bence bu bir arayış, deneme... 

Çalışmalarınıza bakınca hem tablolarınızdaki emeğin hem de projelerinizin çok yoğun olduğunu görüyoruz. Bu enerjiyi nereden alıyorsunuz? 

Günde onyedi saati atölyede fiilen çalışarak geçiriyorum. Geri kalan zamanlarda da okuyorum, araştırıyorum. Önümdeki onbeş yılı çok iyi değerlendirmem gerektiğini düşünüyorum. Çok üretken olmak zorundayım. Bu süre içerisinde hayatı izleyeceğim ve üreteceğim. İnsanlara, zamana ve sanata bir şeyleri kazıyacağım. Kafamda oluşturduğum bir fikir var ama bunu uygulamak Türkiye koşullarında çok zor. Belki yurt dışına gitsem geri gelsem işim çok kolay olacak ama ben bunu İstanbul'da yaşayarak başarmak istiyorum. Türkiye'de yaşayarak dünyaya hakim olmayı başaracaksınız. Ya da dünya sanatı için bir şeyler üreteceksiniz. Böyle bir ideal için günde on yedi saat az bile. Günde altmış saat çalışmam gerekiyor. Asistanlar kullanmam gerekiyor. 

Gerçekleştirmeyi planladığınız yeni projeleriniz neler? 

Şu anda dokuz-on tane projem var. Bunların oluşması ortaya çıkması biraz zaman alıyor. Hedefim otuz beş yaşında çok büyük bir sergiyle yurt dışına açılmak. Londra' da, Amsterdam'da , Milano'daki galerilerden gelen teklifleri inceliyorum. Hep daha ileriye hep daha güzele ulaşmak istiyorum. Sergilenecek resimlerin bir kısmı hazır ama içime sinmiyor bekletiyorum. Mesela "İstanbul'daki Roma" diye bir sergiyi Milano'da yapma planım var. Bizans ve Osmanlı ile ilgili çalışmaların yer alacağı bir sergi olacak bu. Bir başka çalışma da "Anadolu'nun Tanrıları ve Kralları" isimli, Troya ve Likya'nın anlatıldığı mitolojik konuların işlendiği bir proje. "Dünyanın Başkentleri" diye bir seri çalışmam var St. Petersburg'dan bu konuda bir sergi teklifi aldım. Büyük şehirlerin yüzleşmelerini anlatıyorum. Bu çalışmaların büyük bir kısmı bitmiş durumda. Şu anda Ankara'da bir sergim var. Cidde'de bir sergim açık. Kurban Bayramında Kabe'de bir sergi için teklif aldım. Amerika'da bir projem var. Pekin'den gelen teklifler var. Bir de çalıştığım ve yaşadığım bu mekanı müzeye dönüştürmek istiyorum Burayı duvar resimleri ve kendi yaptığım objelerle donatacağım. Proje çok ama her şey zamanla....