Antikalar E-posta Listesi

Türk Sanat Piyasasından haberdar olmak için, en güncel müzayedeleri takip etmek için lütfen eposta listemize üye olun.

         

123 Street Avenue, City Town, 99999

(123) 555-6789

email@address.com

 

You can set your address, phone number, email and site description in the settings tab.
Link to read me page with more information.

Hakkı Devrim

Buket Aşçı

Radikal gazetesinin köşe yazarı, Türkçe'nin piri Hakkı Devrim dil yanlışı yapanların korkulu rüyası olsa da herkesin sempatisini de topluyor. CNN Türk'teki "Hakkıyla Sohbet" progmanı rayting kaygısı gözetmemesine rağmen izleyicileri ekrana mıhlıyor. Keyifli, tonton mu tonton bir program. 

Ama onun, tüm bunların dışında başka özellikleri de var. Kendisi her şeyden önce çok iyi bir arşivci, Gazetecilik mesleğinin gereği olaylar, onun arşivinin bir parçası. Üstelik Türkiye'nin en önemli ansiklopedistlerinden. Bir de kitap kurdu. Hal böyle olunca kütüphanesinin hacmi de yabana atılır gibi olmuyor. Ama sık sık büro değiştirdiğinden arşivi de, kütüphanesi de ayaklı bir hal almış.

O nereye koliler oraya. Bu taşınmadan ötürü müdür, bilinmez ama hiç koleksiyona da merak salmamış. Onun gibi bir arşivcinin sıkı bir koleksiyonu olması beklenirken tam tersi bir durum söz konusu. Saya saya iki belge saydı; biri Nazım'la ilgili, diğeri Sait Faik'le... 

En sevdiği kütüphanenin Ecevitler'in olduğunu söyleyen Devrim, Demirel'e çevirdiği bir oyunla nasıl Türkçe sözlük hazırladıklarını da anlattı. Bir de evliliğini sürdürebilmesinin sırrını ve hepsi de kitaplarıyla ilgili. 

Efendim, sık sık büro değiştirdiğinizi köşenizden de okuyoruz. Bu taşınma esnasında en büyük derdiniz de kitaplarmış... 
 

İşyerimdekiler kaynak kitaplar, eskiden müracaat yani başvuru kitapları denirdi. En çok da ansiklopedi var. Büyük Lauresse'un Fransıca, İtalyaca, İspanyolca ve Türkçesi daima elimin altındadır. Çünkü bazı isimlerin yazılmasında tereddütlerim oluyor. Bu ansiklopedilerin dışında çok tantanalı olmayan, ansiklopediler, sözlükler de var. Bence, her gazetetede el altında olmalılar, ama yaşlılar yurdu gibi terk edilmiş kütüphanelerde değil. Muhakkak bir Türk ansiklopedisi ve İslam ansiklopedisi gerek. 

Görüpte beğendiğiniz, "Keşke benim kütüphanem de böyle olsa" dediğiniz bir kütüphane var mı? 

Ecevitlerin kütüphanenelerini gördüm, çok gıpta ettim. Orada iki ferdin okuduğu kitaplar vardı sadece. O kadar belliydi ki, çoğu ciltli bile değildi. Niçin ciltlesinler? Ciltli kitap yatakta okunmaz, dert olur. O kap, kitabın yumuşaklığı iyidir. Öyle bir kütüphane insanla kitap ilişkisinin sıcak noktasını daha iyi anlatır. Çok keyiflenmiştim, görünce. Benim buradaki kütüphanem ise kalın kalın, ciltli kara kitaplar. Sanki kanun kitapları! Ama bunları bir gazeteciye çok görmeyin! Bunlardan evde de var, yazlık evim olursa orada olacak. Evde nasıl kaşık çatala ihtiyaç var bu kitaplara da ihtiyaç var. Ama taşındığım için ben nereye onlar da oraya. Yani kütüphanemi öyle gösterişli bir şey olarak düşünmeyin. Ben Doğan Hızlan değilim ki, annem bana ev versin de onu kütüphane yapayım. Sayısını bile bilemiyorum bu yüzden kitaplarımın. 

İmzalı kitaplarınız var mı?

Tabii ki, yazarlar kitapları yayınlanınca muhakkak imzalı bir kitaplarını gönderirler. Sonra Sait Faik'in Mark Twain kulubüne üye olduğunu gösterir kartı bendedir. Bir ara çok aradım ama bulamadım, karışıklık işte. Sonra, önemli bir şey daha var; yıl 1965 olmalı sanırım. Meydan gazetesindeyim. Vala Nurettin'in "Bu Dünyadan Nazım geçti" kitabını tefrika ediyoruz. Tek kelimesine dokunmadık. Solcu değilim ya ben daha bir gayret ediyorum. Çok niyet ettim solcu olmaya ama olamadım. Biz o tefrikanın tek kelimesine dokunmadık ama Vala Nurettin dokundu. Moskova'da eğitim gördükleri okulun psikoloğu Nazım için 'zıpır' demiş, ilk nüshada bu vardı, ama sonra çıkardı. O nüsha da bende. Neden dedim, "Arkadaşlarım kınar o yüzden" dedi. 

Peki en kıymet verdiğiniz kitaplarınız hangileri? 

Number one; Sait Faik! Hiç tereddütsüz söylüyorum. Röportajları, mektupları nesi varsa hepsi var... Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir ve Orhan Pamuk. Bu dört yazarın tüm eserlerini de okumuşumdur. Orhan Pamuk'u çok mühimsiyorum. Kehanette bulunmak gibi olmasın ama, o bizi dünya edebiyatını taşıyor. Kabul edelim ki, Galatasaray'ın futbolda yaptığını edebiyatımız henüz yapamadı. Ama o, anladığım kadarıyla önce "roman nedir"i öğrenip roman yazmış. Bu da onu başarıya götürüyor. Birçok kişi ona kızıyor ama roman bir yoldur, sen durursun o gider. Onu eleştirenler işte duranlar! Yaşar Kemal deyince herkes "İnce Memed" der. Oysa ben önce "Ölmez Otu" derim. Kemal Tahir'in de "Devlet Ana"sı yerine "Köyün Kamburundan" başlamakta fayda vardır. Yabancı yazarlara gelince kimler yok ki... Bir ara var gücümle Sartre okudum. Az daha "Varlık ve Yokluk"u da öyle okuyordum. Felsefe hocam, Nebahat Karaorman hanıma "Bu kitabı okursam sağ çıkmayacağım" dedim. Bir sayfada 37 defa olmak fiili geçiyordu. Camus'üyü de çok okudum. "Sartre mı, Camus mü?" dersen tereddütsüz "Camus" derim. Çünkü Sartre kendini daha bir dışarda tutar, ama Camus kendini koyar .

Peki birinde görüpte peşine düştüğünüz bir kitap olmadı mı hiç?

Kitap toplamak gibi bir huyum yok. Hani bazı kişiler vardır, kitabı okumaktan ziyade onun cildi, kabı, kokusuna deli olurlar. Ben onlardan değilim. Ama çok kitabım var, sayısını da dediğim gibi bilmiyorum. Kitap biriktirmem çünkü benim için kitabın içindeki önemli. Yani okumak!!! Okumak ne demek biliyor musun? İbadete benzer kutsal bir şey. Bir arada olunsa bile ibadet yalnız yapılır. İnsan kendi kendiyle, inancıyla, varsa tanrısıyla başbaşa kalır. Kitabın insanla ilişkisi de böyle bir ilişki. Kişinin, gelmiş geçmiş tüm insanların özetiyle, usaresiyle temasa geçmesidir. Mesela, 16-17 yaşlarında "Kızıl ile Kara"yı okurken çok hissettim bunu. Mütevazi bir ailenin çocuğuyum ama bazı niyetlerim de var. Yani o düzende kalmaya çok da niyetli değilim. O zaman kahramanın kilise ve askerlikte geleceğini araması, sıkışması beni çok sarsmıştı...

Ama şimdi okumak, kitabın arkadaşlığı çok azaldı. Hele çocuklarla aralarına televizyon girdi. Hani anneler vardır, kızı evlensin diye yol yordam ararlar, benimki de öyle bir durum. Torunlar kitapla buluşsun diye elimden geleni yapıyorum. Çocukluğunda okuduğum Tommiks- Teksasları hasretle anıyorum. Onlar da itibarda değil. Çizgi film olarak her gün görülüyorlar. "Ninja Kablumbağalar" torunların çok yakından tanıdıkları bir aile. Hiç okumamaktansa sıradan aşk, pembe, polis romanlarının okunmasına taraftarım. Çünkü kitap insanın sağlıklı yalnızlığıdır, insan yalnız kalmayı ihmal etmemelidir. Sevdiğim bir yazarın bir ifadesi var, diyor ki, "Evlilikte mutluluğun şartlarından biri de tarafların birlikteyken yalnız kalma alışkanlıklarıdır." Bence de... Kitap işte bu yalnızlığı size verir. Valla çok faydasını gördüm!

Çocukların, gençlerin kitapla buluşması sizce nasıl sağlanır?

Columbia Üniversitesi mezunu Rahmi Kolçak hocam, felsefe ve mantık derselerine girerdi. Konu beni çok ilgilendirdiğinden ağzına giriyorum. Ama dersleri yukarı sınıflara... GS maçlarında yendiğimiz, dövüşte becerdiğimiz çocukların bize fark atacaklarını bilmek beni kahrediyor. Bir türlü sindiremiyordum. Bir gün, "Hocam bu felsefe tarihi kitaplarını okumak istemiyorum. Hani bir derenin kenarındasınızdır, köprüde ileridedir, vaktiniz yoktur yürüyesiniz. Ben sizden istiyorum ki, derenin üstünde taşlar neler? Üzerine basa basa karşıya geçeyim. Bir liste hazırlayın bana." Kıvrandım ama hazırlamadan gitti. Hala içimdedir, o liste. Bugün gençler için böyle bir listeyi sanırım, en iyi Murat Belge hazırlayabilir. Gazetedeki köşesini bir gün buna ayırsa ne iyi olur!

Hakkı Devrim'den keyifli bir anı: 
Hakkı Devrim'in Süleyman Demirel'e oynadığı oyun! 

Eski Sabah'ın sahibi Safa Bey varını yoğunu ansiklopedi işine yatırmıştı. Daha kötüsü nesi var, nesi yoksa ipotek ettirmişti. Ben de emeğimle ortaktım. Telaş ediyordu, bu yüzden. Sonunda gidelim bir hükümetle konuşalım dedik. Çünkü devlet bir ansiklopedi yapmış 20-30 senede zor tamamlamış. Bittiği zaman 1960'lı yıllar, Hitler hala Almanya'nın başında, atom maddenin parçalanamaz en küçük parçası olarak görülüyor. Bizim ise 5 senede bitirme planımız var. Gidelim söyleyelim, bir el versinler, abone falan olurlar belki. Devrin başbakanı Süleyman Bey eksik olmasın bizi kabul etti. (Sanırım 1968 olmalı.) Dedim ki, "Beyefendi bir meseleyi anlatmaya geldik. Bir girişimde bulunuyoruz, ama tereddüte kapıldık, bizim boyumuzu geçen bir şey midir, belki devletin yapması gerekir? Yalnız derdimizi ifade edebilmem için bir sözlüğe, lugate ihtiyacım var." dedim. "Hay hay" dedi, sekreterlere söyledi. Önce geciktiler sonra da bulamadık diye geldiler. O zaman Muhnis Faik Ozansoy'a telefon etti. (Başbakanlık müsteşarı, şair edebiyatçı.) Koltuğunun altında Lugat Naci deriz biz, Muallim Naci'nin eski haflerle yazılmış lugatını getirdi. Başbakan üzüldü. "Aman efendim üzülmeyin, benim maksadım buydu. Bulunmasına ihtimal yoktu, sadece Başbakanlıkta bile TDK'nun Türkçe-Türkçe sözlüğünün bulunamayacağını bir fiil ispat için bu suali sordum size. Şimdi diyorum ki, Türkiye'nin ansiklopedi kadar sahici bir sözlüğe de ihtiyacı var." Böylece sözlüğü de ansiklopediyi de hazırladık.