Antikalar E-posta Listesi

Türk Sanat Piyasasından haberdar olmak için, en güncel müzayedeleri takip etmek için lütfen eposta listemize üye olun.

         

123 Street Avenue, City Town, 99999

(123) 555-6789

email@address.com

 

You can set your address, phone number, email and site description in the settings tab.
Link to read me page with more information.

Avni Arbaş

Buket Aşçı

Hala Kuva-i Milliye eriyim

Türk resim sanatının en büyük ressamlarından Avni Arbaş'ın 200'den fazla tablosu İş Bankası Sanat Galerisi'nde sergileniyor. Yaşı Cumhuriyet'i geride bırakan ressam, (1919 doğumlu) "Ben hala Kuva-i Milliye eriyim" diyor. Kendisiyle Atatürk'ten babasına, akademili yıllarından Paris'in sokaklarına, resmin anlamından rüyalarına bir yolculuk yaptık. Meğer, Avni Arbaş rüyasında balık görünce o büyüklükte tablo satarmış. 

Resim nedir?

Resim denilen şey, fotoğraftan farklıdır. Şekiller, renkler, gölgeler, hatta lekeledir resim. Yoksa gördüğünü aynen tuvale ya da kağıda yansıtmak değil. Bir Sovyet sergisi gezmiştim. Bir tabloda Korkunç İvan çocuğunu öldürmüş, başından kanlar akıyor... O kadar gerçekti ki, ürperdim, korktum... Bir başka tabloda ise Lenin oturmuş "Buyrun" diyordu. Her şey çok gerçekti ve bu yüzden de resim değildi.

Ressamın gördüğünden aldığı hazdır resim. Bolonya'da bir sergiye gitmiştim; bir tablo beni çarptı. Ortada bir mevzuu falan da yoktu; sadece şekil, mürekkep, renk ve o ahengi görüyordum. Yanına gittiğimde bir de ne göreyim; bir melek Meryem Ana'ya, İsa'nın geleceğini haber veriyor. O resmin uzaktan gördüğüm hali resimdi. Ben resme baktığımda olaydan değil resimden etkinelebilmeliyim. 

Bu etkilenme nasıl başlar ve tuvale nasıl ulaşır? 

Ressamın bir düşüncesi, meselesi olmalı. Bunun içinde birtakım yollar kullanır. Ben çocuk ve doğayı çok işlerim. Ama ressamın çizdiğini de iyi bilmesi, etüd etmesi gerek. Picasso Fransa'dayken beni atölyesine davet etmişti. O'nun bir keçisi vardır, ama o keçi için sayısız çizim yapmıştı. O resimler şimdi Picasso Müzesi'nde sergileniyor. En son bir baktım; keçinin başı duvarda asılı. Bu çok önemli çünkü birçok kişi ağaç yapmayı beceremeden bu işe soyunuyor, böyle de resim olmaz. Ben de bir resim yaptığımda o 'şey'den bir sürü yaparım. Bu bir tekrar değildir. Her resmedişimde bir öncekini daha iyi anlarım. Eksilterek ya da ekleyerek çizdiğim şeyin özüne ulaşırım.

Yani içinizdeki resmi arıyorsunuz...

Evet. Yoksa gördüm ve gördüğümü resimledim diye bir şey yok. Yoksa taklitçiden başka bir şey olmam. 

Peki, sanatta Avrupa'nın kriter alınması da bir taklitçilik midir?

Bir ara Milli Sanat dendi... İşte, kilimler, halk deyişleri, folklorik şeyler... Ama ülke gerçeğini aramak adına bu tür şeyleri resme taşımak da bir taklitçiliktir. Zaten olmaz, sırıtır, eklektik durur! Neysen onu yaparsın. Mesela, Yaşar Kemal, adam konuşmaya bir başlıyor, efsaneler, masallar peşpeşe dökülüyor. O bunlardan edebiyat yapacağım diye roman yazmadı. Neyi görüyor, duyuyor, hissediyorsa onu yazdı. Ben de hep insanların arasında yaşadım. Balıkçıların, sokakların... Şurada (Asmalimescit) bir hamal vardı; 2 metrelik bir adamdı. Bir gün İlhan'ı aradım, "Söyle kardeşine de gelsin çizdiği Abdülcanbaz burada" dedim. Bunları görmek için atölyeden dışarı uzatması gerek insanın başını.

Gezmeyi çok sevdiğiniz için mi Akademi'yi 9 yılda bitirdiniz...

Tembel olduğumdan değil ama derse girmezdim. Okulu bitirmek istemiyordum. Bitirince ne olacaktı! Elimden geldiğince Akademi'den faydalanmak istiyordum. Bir gün, Burhan Toprak hoca çağırdı; "Avni artık yutmuyoruz, hiç derse girmiyorsun. Ama bu sefer mecbursun. Çünkü Fransa'ya burs var, seni seçtik. Mezun olman gerek" dedi. Burs bir senelikti. Ama ben bir gittim 30 sene kaldım!

Fransa'da sizi çok benimsedi ve Fransız ressamı olarak tanımladı?

Yahu ben Türk'üm diyordum, anlatamıyordum. Sonunda Türk kökenli Fransız dediler. Ne demekse! Orada çok sanatkar var. Bizim görevimizse burada. Ben Atatürk'e çok bağlıyım. Onun bir memleketin uygarlığı kültüre bağlıdır, sözünden hiç ayrılamam. Tüm derdim onun bu hedefinde bir tuğla olabilmek. 

Babanız Atatürk'le tanışıyordu, sanırım?

Evet. Atatürk, Çanakkale Conkbayır'da "Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum" emrini verdiğinde, bir takviye kuvveti gelir; 34. Alay. Bu babamın alayıydı. 1927'de Atatürk İzmir rıhtımına iner inmez babama yönelip, "Nuri Bey nerelerdenisiniz?" demiş. Aradan o kadar zaman geçmesine rağmen babamı unutmamış; "Ankara'ya gelin birlikte çalışalım" demiş.

Babanız neden bu teklifi kabul etmedi?

"Ben asker adamım, siyasetten ne anlarım" demişti. Ben bu yüzden bir insanın birden fazla iş yapmaması gerektiğine inanırım. Gençliğimde şiir yazdım, bas baritondum. Ama birini tercih etmem gerekti ve en yetenekli olduğum alanı resmi seçtim. Doğru da yapmışım. 

Babanız da resim yapar mıydı?

Evet, bu hastalık bana ondan bulaştı zaten! Yapılacak iş mi bu!

Atları tuvalinize taşımanızın nedeni de babanız mı?

Babamın çok güzel bir atı vardı; Baba Bey. Şeyh Sait'in atıydı. Malum olaydan sonra malları dağıtılırken babama da atını vermişler. Resimlerimdeki atlarla Kurtuluş savaşını, Milli mücadeleyi anlattım. Bu memlekete ödeyecek çok borcumuz var. Hala bir Kuvayi Milliye eriyim. 

Atatürk'ü siz gördünüz mü?

Evet. 1937'de bir Boğaz gezisi vardı. Annemle pencereden içeri seyrediyorduk, Atatürk dans ediyordu. Bir ara kaybettim, omzuma bir el dokundu, baktım o, "Burada durabilir miyim?" diyordu. Tabii hemen yer verdim. Daha sonra dans etmekten yoruldu ve ceketin çıkarıp yere attı, üzerine bağdaş kurdu. Herkes başına toplanınca, "Çök" diye emir verdi. Herkes oturdu, sonra "Kalk!" Harikaydı!

Ne tür rüyalar görürsünüz?

Harika rüyalarım vardır. Çoğu kez uyanıp çizeyim derim. Çünkü unutabiliyorum. Bir defasında beni bir zindana atıyorlardı. Zindanın içinde de bir kulübe vardı, "İçeri gir, ölüm gelecek, bekle" diyorlardı. Ama ben beklemeyi hiç sevmem. Gelmeyince sinirlenip kapıyı açtım, karşımda siyah kukuletalı bir şey. "Demek ölüm sensin" deyip kovalamaya başladım. O kaçıyor, ben kovalıyordum. Ama bir yandan da yakalamak istemiyordum çünkü yakalarsam ben öleceğim! Öyle uyandım. 

Borges öyküsü gibi...

Bir de ne zaman rüyamda balık görsem büyüklüğü kadar resim satarım. İkinci eşimle tatile gitmiştik, çok güzel bir koydu. Harika resim yapıyordum. Ama annemin Paris'e geleceğini öğrenince keyfim kaçtı. Çünkü elimdeki parayı bitirmek üzereydim. Halbuki annemi gezdirmem, iyi ağırlamam gerek. Paris'e döndüğüm gece rüyamda bir dere kenarındayım, balıklar başımın üstünden atlıyordu. Ne olta var, ne zıpkın derken, pat bir zıpkın geldi. Ertesi gün, birkaç sene önce ödenmemiş bir çekin karşılığı geldi. Daha sonra da Ritz Oteli'nden tablolarımı alan bir adam vardı, o aradı. Geldi bir sürü tablo aldı, gitti. Ben de valideyi şampanyalarla karşıladım!